Geçen hafta umreden dönüşüm vesilesiyle Mekke ve Medine hatıralarımdan bahsetmiştim. Biz ayrılırken, 400 küsur yıl oralarda hüküm sürmüş, son Osmanlının Medine’den ayrılışını ibretle yad etmiştik.. Bugün de bu üzücü olayı
sizlerle paylaşmak istiyorum.
Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Fahrettin Paşa’ya “Medine’yi teslim et” emrini yazarken bir yandan da ağlamaktadır. Fahrettin Paşa ise sadrazam imzasını yetersiz bulur,
“Medine gibi bir şehrin teslimi padişahın iradesi olmadan olmaz” der.
Teslimden kaçmak için türlü bahanelerdir bunlar. Sonra paşaya istediğinden de büyük bir padişah iradesi yollanır. Hem de Adliye Nazırı’nın eliyle. Ne irade, ne Nazır’ın yalvarmaları fayda etmez. Fahreddin Paşa bu kez de: “Düşman elinde esirdir. Padişah iradesinin hükmü yoktur” der, yine teslim olmayı kabul etmez. Zavallı Nazır ise elleri böğründe geri dönerken yolda kaza geçirir. İstanbul’a vardığında ise azledildiğini öğrenir.
“Medine’yi teslim et” emrine aracılık yapmak Nazır efendiye uğur getirmemiştir. ”Teslim ol” ısrarlarını istişare etmek, subaylarının bu konuda nabzını tutmak için Peygamber Camisi’nde bir toplantı düzenlenir. Huşu içinde kılınan öğle namazından sonra Fahreddin Paşa alsancağa sarılı olarak minbere çıkar. ”Teslim olmayacağız” der. Subay topluluğu galeyandadır. Paşa ağlar,su-bayları ağlar. Sarmaş, dolaş olurlar. Manevi huzurunda bulundukları “En Sevgili” ye söz verirler. ”Seni terk etmeyeceğiz” derler. Camiden çıkarlar iken yaşlı bir Medineli sivil, Paşa’ya sokulur. ”Artık” der, “sen de bizden birisin. Artık sen de Medinelisin.” Fakat ne kadar direnilse de o “acı son” ile karşılaşmak kaçınılmazdır. Haftalar aylar sonra görülür ki bu direniş sonsuza kadar uzayamaz. İngiliz işbirlikçisi Araplarla teslim şartları görüşülür. Bir teslim protokolü hazırlanır. Protokolün belirttiği günde şahsi eşyaları yanında, karargâhıyla vedalaşan Fahreddin Paşa makam otomobiline biner, Medine dışında kendisini bekleyen
Arapların yanına gitmeden son kez Peygamber’inin Türbesi’ni ziyaret edip, O’nunla da vedalaşmak ister. İlk anda herkes paşanın isteğini normal karşılar. Ama onun başka bir planı daha vardır. Dakikalar geçer, saat olur. Paşa bir türlü Türbeden ayrılmaz.
Protokol aksar. Subayları telaşlanır. En sonunda paşa emir erini gönderir ve şahsi eşyalarını otomobilden Türbe ’ye taşıtır.
Herkes merak ve heyecan içindedir. Paşa ise son derece sakin, Peygamber Camisi’nin bir köşesine yerleşmek ile meşguldür. En sonunda kararını açıklar. ”Peygamberinin komşuluğunu ömrünün sonuna kadar bütün dünyaya tercih etmiş diğer “mücavir”ler gibi, ben de mücavirim artık. Ömrümün sonuna kadar burada kalıyorum” der. İşbirlikçi Araplar ise ısrarlıdır. Paşa gelmeden teslimin diğer şartlarına geçmemektedirler ve bu durum Medine garnizonunda bulunan bütün Mehmetçiklerin hayatlarını tehlikeye atmaktadır. Kendilerini çaresiz hisseden Osmanlı subayları karşıt bir plan hazırlarlar. Görünüşte ziyaret ve sohbet etmek istiyormuş gibi paşanın yanına giden bir gurup subay, kendilerini hazır hissettiklerinde hep birden paşayı kucaklarlar ve bir yandan hıçkıra hıçkıra ağlayıp, bin bir türlü özür dilerken diğer yandan da Paşa’yı ortalarına almış biçimde dışarı çıkmaya zorlarlar.
Bu olay Medine destanının en dokunaklı anılarından biridir.
Paşa ağlar, subayları ağlar. Çaresiz, işbirlikçi Araplara teslim olurlar. Medine dışında, teslim yerinde, Paşa’yı ilk gece konuk eden çadır, gece boyunca çölden Paşa’yı görmek arzusu ile kopup gelmiş binlerce çöl Arabı tarafından çevrelenmiştir. Günün ilk ışıkları ile beraber Fahreddin Paşa çadırın kapısında görünür ve kızılca kıyamet kopar. Gece boyunca, uykusuz çadırın çevresinde bekleşmiş olan binlerce Arap, dağ gibi Osmanlı Paşa’sını görür görmez, ters yüzü olmuş son sürat kaçmaktadır. Şimdi çöl boşluğunu “Fahri! Fahri!” nidaları sarmıştır. Sonraki günlerde sıra Medine garnizonundaki Mehmetçiklerin vedalarına gelir. Çoğu hasta ve yaralı binlerce saf Anadolu çocuğu, Peygamberlerine son ziyareti yapmak için saf tutar, sıraya girerler. Bu öyle bir manzaradır ki ağlamayan hiç kimse yoktur. Mehmetçik ağlar, subayları ağlar. Hatta bu hali seyre gelmiş, o Mehmetçiğin kanıyla elleri bulaşık
Osmanlı düşmanı, İngiliz altını aşığı Araplar bile ağlar.
Muhtemeldir, “En Sevgili” de ağlar. Ve onlardan geriye bu güne Medine’de bir Osmanlı şehitliği kalır. Şimdi o şehitliğin Mehmetleri “En Sevgili”lerin gölgesinde kıyametle bitecek son nöbetlerini tutmaktadır. Bir ay önce giderken sizlerden götürdüğümüz selamın karşılığı olan peygamberin “ve Aleyküm selam” hitabını almış olabilmeyi cümlemize nasip eylesin. O yüce Peygambere en büyük sevgi ve selamlarımızla…