07 Aralık tarihinde, Havzamızdan bir gurub umreci kardeşlerimizle çıktığımız bu mukaddes yolculuğu, sıhhat içerisinde tamamlamayı nasip eden Allah’ımıza sonsuz hamdü senalar olsun.
Yola çıktığımız andan itibaren (hac ve umre için yola çıkanların o beldenin temsilcileri olarak gittiklerini) bildiren hadis-i şerif mucibince hareket etmeye çalıştık. Her bir duamızda beldemiz, ülkemiz ve tüm İslam âlemi için dualar ettik. Allah kabul etsin. Bizlerle Peygamberimize selam gönderenleri de unutmadık. Peygamberimizin huzurunda tüm selamları arz eyledik. İnşallah (VE ALEYKÜM SELAM) mukabelesiyle döndüğümüzü umuyorum.
Sizlerle paylaşabileceğim diğer hatıralara gelince; Bu yolculuğun meşakkatli olduğunu gidenler bilirler. En fazla zorluk havalimanlarında yaşanır. Eskiden Cidde havaalanı bir işkence idi, devletimizin bu işle ilgilendiğini duymuştum. Sanki bir iç hatta imiş gibi çok rahat geçiyorsunuz. Devlet büyüklerimize teşekkür ediyorum.
Mekke de asgari 30 derecelik bir sıcaklıkta otele yerleşiyorsunuz. Artık Allah’ın evi (Beytullahın) misafirisiniz. İhramlı lebbeyk sedalarıyla büyük kalabalıklar arasına Kâbe’ye gidiyorsunuz. Herkes özellikle ilk gidenler yaşanabilecek en büyük heyecan içindeler. Önce dört tarafı inşaat olan şantiye alanından geçiyorsunuz. Gece yarısı olmasına rağmen son sistem ışıklandırılmasıyla her taraf gündüz gibi. Evet, bir anda simsiyah örtüsüyle en büyük heybetiyle Kâbe’yi karşınızda buluyorsunuz.
Secdeye kapananlar, dualar, duygu seli, gözyaşı seli birbirine karışmış, kalpler çıkacakmış gibi çarpıyor. Bir an düşünüyorsunuz? Acaba burası bu dünya mıdır? Sanki kendinizi bambaşka bir âlemde imiş gibi hissiyatına kaptırıyor, acele bir umre tavafına niyet ederek kendinizi tavafta buluyorsunuz.
Dili, memleketi, rengi, giyinişi, kültürü değişik ama gayesi aynı (ALLAH RIZASI) olan binlerce din kardeşiniz ile (ışığın etrafında yanmak için dönen pervaneler gibi) dönmeye başlıyorsunuz. Dünyanın en güvenli bölgesinde olduğunuzu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Herkes dünyanın en medeni insanı olmuş. Kavga yok, kötü söz yok, incitme yok, yanlışlıkla ayağınıza basan Afrikalı simsiyah adam size sarılarak hakkınızı helal edin gözleriyle bakmakta.
Her namazında binlerce km’den yönüm kıbleye diye gözünüzde canlandırdığınız Kâbe’nin yanı başında oluşunuzun mutluluğuyla tavafa devam ediyorsunuz. Tavaf esnasında gözünüz elbette KÂBE’DE. Onun dışına bakarsanız, dört tarafı inşaat, Rüknü Yemani tarafında ise, Kâbe’nin üstüne yıkılacak kadar yüksek, Kâbe’yi boğuyor gibi gözüktüğü için çirkin bir saat kulesi binası. Gözler, Kâbe’ye hürmeten ondan yüksek olmasın diye hassasiyet ile inşa ettiği, Kâbe’yi çevreleyen o Osmanlı revaklarını arıyor. Yerinde yeller esiyor, üzülüyorsunuz.
Umrenin şartlarından Say için pek özelliğini kaybetmemiş tek tük mekanlardan Safa ve Merve tepelerinde Hacer’i bir koşuşla ilahi rahmete koşuyor, Hz. Hacer’i, Hz. İsmail’i, Hz. İbrahim’i yad ediyor dualar ediyorsunuz. Tıraş olarak, saç kesmekle nefsi, şeytani, şehvani ve süfli Dünyevi arzularını kesmeyi murat ederek umreyi tamamlıyorsunuz. Mescid-i Haramın dışında da, Mekke’de kaldığınız müddetçe bastığınız, baktığınız her yerde manevi, ibretli, İslami, Kuran’ı, insanlık tarihi kadar eski olayların içinde yaşıyorsunuz.
Vehhabi görüşünün karşı çıktığı hatta engel olduğu diğer ziyaretleriniz size derin bir İslam kültürü yaşatıyor. Peygamberimizin doğduğu ev, Ebu Kubeys dağı, Cin Mescidi, Cennetül-Mualla ziyaret maksadıyla, Hac noktaları, Arafat, Müzdelife, Mina, Nur Dağı, Sevr Dağı sizleri çok ayrı atmosferlere götürüyor.
Onlarca önemli ziyaretleri bir tarafa koyarsak, asıl maksat Kâbe’de yapılması lazım gelen Tavaf, Namaz, Kur’an Dualarla günleri değil saniyeleri boş geçiremezsiniz. Çünkü burada yapılan her güzel amelin 100 bin kat sevap ile karşılık bulacağını peygamberimiz müjdeliyor.
Daha nice müjdeler o mukaddes topraklara âşık müminleri bekliyor.
(Haftaya inşallah Medine’yi yazacağız Allah’a emanet olun)