Mart ayının ortaları bize Türk milletinin tarihe mal olmuş destanlardan birini hatırlatır. Birinci dünya savaşında eşsiz bir iman, cesaret ve yiğitlikle bütün cihanı hayrette bırakan kurtuluş destanımızın adı olan ÇANAKKELE DESTANIDIR.
Evet, o devrin en büyük zırhlı gemileri, sayısız asker top ve tüfekleriyle her türlü imkâna sahip, düşman itilaf devletleri Çanakkale boğazını geçerek İstanbul’u ele geçirmek, memleketi istilâ etmek istiyorlardı.
Cennet vatanımıza kâfir postalını bastırmak istemeyen, şahlanan Anadolu’nun maddi gücü elbette onlar kadar değildi. Onlarda bunu biliyordu ve çok kolay bir zafer bekliyorlardı.
Ama onların bilemedikleri bir şey vardı.
O bütün yakıp yıkan, öldüren silâhların karşısında kendisini siper eden, dimdik ayakta tutan sarsılmaz imandı.
Bu imanlı Askerler de olan, Allah’tan başka hiçbir varlığa boyun eğmeyen iradeydi.
Bu imanlı göğüsleri coşturan şeyler vardı;
“ Vatan sevgisi imandandır sözüydü” Allah rızası için vatan, millet, namus, din, devlet, bayrak gibi kutsal değerler uğruna savaşırken ölen kimseye verilen en rütbe, şehitlik şerbetiydi.
Bu Mehmetçiği coşturan Kuranda “her canlı ölümü tadacaktır” buyrulduğuna göre öyleyse ölümün en şereflisini talep etmek lazım idealiydi. Yine Kuranı Kerim’de (Bakara-154)
Allah yolunda öldürülenlere sakın ölüler demeyin. Zira onalar diridirler. Fakat siz anlayamazsınız buyruğunu iyi anlayıp ölümsüz olmaya koşmaktı.
Bu milleti ayakta tutan ölürsem şehit, kalırsam gazi inancıydı. Canlarını cennet karşılığında feda eden kahraman yiğitleri Allah CC yüceltiyor, kadirşinas insanlar yüceltiyor, peygamberimiz Hz. Muhammet SAV ise cennete onları bekliyordu. Şair Çanakkale şehitlerine öyle sesleniyordu: “Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, sana avucunu açmış peygamber”.
Olayın seyrine kısaca değinelim: Çanakkale savaşı 1 dünya harbinde savaşmak zorunda kaldığımız 8 cepheden birisidir.
Değişik ırk, renk, milletlerden oluşan Avustralya, İngiltere, Fransa ve bunların sömürgelerinden toplanan Mehmet Akif’in “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi ne bela” diye tarif ettiği haçlı ordusu, bir kaç gün içinde yurdu, istila etmek, İstanbul’a ulaşıp boğazı açarak, Ruslara yardım etmeyi plânlıyorlardı.Düşman bütün maddi imkânlarını ortaya koymuş, en son teknolojik silahlarını boğaza yığmış tüm gücüyle saldırıya geçmişti. Yerden gökten gülle, bomba, mermi yağmaya başlamış, yer gök ölüm saçıyordu. Mehmet Akif Çanakkale şehitlerine diye yazdığı şiirinde bu manzarayı dehşetle tarif ediyordu:
Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En keşif orduların yükleniyor dördü beşi.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtmede yer;
O ne müthiş tipidir, savurur en kazı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak
Boşanır sırtlara, vadilere sağanak, sağanak.
Ordumuzun teknik sayı ve maddi gücü düşmanla mukayese edilemeyecek durumdadır. Ama savaşlar sadece top ve tüfekle kazanılmayacağını bir kere daha tarihe ve beyinlere kazıyan Mehmetçik, Top mermilerine iman dolu göğsünü siper etmiştir.
Yaklaşık 9 ay süren savaşın sonunda (18 Mart 1915)’te, düşman 400.000 ölüsünü Çanakkale’de bırakarak kaçmıştır. Türk askeri ise 250.000 şehit inin bedenini Çanakkale’ye gömerken ruhlarını cennete yollamıştır.
276 kg’lık top mermisini yalnız başına namluya sürerek ateşleyip, İngiliz gemisini batıran Şehit Onbaşı ve yüz binlerce Mehmetçiğin başarısındaki esas noktayı belirterek bitirelim.
Bu savaşta Anafartalar cephesinde kahraman olan Mustafa Kemal Paşa bir mülâkatında “Çanakkale Zaferinin kazanılması Türk askerindeki manevî dinamitlerle beslenen yüksek ruha bağlıdır” demiştir.
İbrahim Kafesoğlu “Türk Zaferleri” yanında “Savaş bir milletin haysiyetini ve varlığını ortaya koyduğu en çetin imtihandır. Yalnız silahların konuştuğu sanılan bu imtihanda ancak maddi güç, manevi değerle beslendiği müddetçe, zafere ulaşır” der. Çanakkale Zaferi bunun en küçük delilidir.
İmanıyla yazdığı Çanakkale Destanıyla, tüm Cihanı hayretler içinde bırakan Kahraman ecdadımızı rahmetle anıyor.
Çanakkale Zaferi’nin 101. yıl dönümünde bütün şehitlerimize ve vefat eden tüm gazilerimize Cenabı Hak’tan Rahmet diliyorum.